🏏 Kırmızı Pazartesi Karakterler Ve Özellikleri
Bu tür romanları da öğrenmek için Kırmızı Pazartesi okunmalı. Sıralı anlatı tekniğinin dünyanın en işlevsel edebi metin özelliği olmadığını kavramak için de iyi incelenmeli. Yine sihirli giriş cümlesi ve yazarın metnini okura hoş göstermek için süslerden uzak tutmasını kavramak için de yeniden yeniden ele
KırmızıPazartesi, bir cinayetin arka planını göstermekten öte, acımasız törelerin kıskacındaki bir halkın ortak davranış biçimlerinin portresini de çiziyor. Böylece alabildiğine sürükleyici bu kısa ve ölümsüz roman, adeta bir toplumun ruh çözümlemesi niteliğini de kazanmış oluyor.
1-) Locale_tr: GM Logosunu değiştirebilirsiniz, oyuna giriş ekranını ve karakter seçme ekranını değiştirebilirsiniz, yeni item veya slot eklediğiniz zaman itemin özelliklerinin görünmesi için item_proto'yu, slot'un isminin görünmesi için mob_proto'yu editleyebilirsiniz, ayrıca item'in ikonunun görünmesi için item_list'i editleyebilirsiniz, oyuna yeni girdiğinizde veya
https//www.instagram.com/ahmetyalcin58/https://www.twitch.tv/gamerindibihttps://discord.com/invite/gamerindibihttps://open.spotify.com/playlist/6QkXxycZi4EW
Kötülük barındırmayan kavimlerdir, tamamen saf ve iyilerdir. Kavimlere göre özellikler ; Ulubilgekan kavmi. .Bilgekan, hissiyadeden, yetenek ehli, koruyucu kavimlerinin sahip olduğu bütün yeteneklere ve henüz bilinmeyen, çok daha fazla güce sahiplerdir. .Aklı, bilgiyi, ruhu, gücü ve hatıraları temsil ederler.
Roman böylece başladığı yere ulaşarak nihayete eriyor. Hep kitaplar kaderini değiştirmez insanın bazen de "İnsanlar kitapların kaderini değiştirir." (s. 69) Okuma kaderiniz ve kitap tutkunuzu değiştirecek bir kitap Kağıt Ev romanı. Vahdettin Oktay BEYAZLI. zaman: Ağustos 07, 2019 Hiç yorum yok:
Kırmızı Pazartesi (Gerçek) Karakterlerle İlgili Değerlendirme İsimler ve çoğu kavraM bu hikayede sembol olarak kullanılmıştır. Kitapta değerlendirilmesi gereken birçok karakter var. Hiç bir karaktere değerlendirilemezlik yapılamaz. Santiago Nasar ın ölümü üzerine yazılan bu
vfKZ. Karakterler Santiago Nasar Kurban. Babasına çok benzediği söyleniyor. Otopside üstün zekalı olduğu anlaşılıyor. Ayrıca sara hastası olduğu ve bu sebepten birkaç yıllık ömrü olduğu ortaya çıkıyor. Yazar Olayı yıllar sonra anlatmak için araştırma yapan biri. Kurbanın eski bir arkadaşı. Plácida Linero Kurbanın annesi. İbrahim Nasar Santiago'nun babası. İç savaşın ardından oraya gelen bir Arap. Victoria Guzmán Nasarların aşçısı. Ne Santiago Nasar'ı ne de babasını seviyor. Divina Flor Victoria'nın genç kızı. Santiago onu korkuttuğu için cinayet konusunda bir uyarı yapmıyor. Pedro/Pablo Vicario Angela'nın ikiz erkek kardeşleri. Santiago Nasar'ı onlar öldürüyor. Babalarının kör olmasından sonra, kasaplık yaparak evi onlar geçindiriyor. Cinayetin işlemesini engellemesi için birçok kişiye bundan bahsediyorlar fakat kimse onları durdurmuyor. Clotilde Armenta Vicario ikizlerinin, Santiago'yu beklediği meyhanenin/sütçünün sahibi. Piskopos Adaya gelen fakat gemiden hiç inmeyen biri. Onun geldiği gün olduğu için Santiago güzel giyiniyor. Kıyafeti kirlenmesin diye ön kapıdan çıkıyor. Cristo Bedoya Yazarın ve Santiago'nun ortak arkadaşı. Tıp öğrencisi. Cinayetle ilgili Santiago'ya haber vermek için tüm şehri dolaşıyor. Margot Yazarın kız kardeşi. Santiago'dan hoşlanıyor. Jaime Yazarın erkek kardeşi. Pazartesi sabahı giyinik olan tek insan o olduğu için annesine o eşlik ediyor. Luisa Santiaga Yazarın annesi. Santiago'nun vaftiz annesi. Bayardo San Román Kasabaya cinayetten altı ay kadar önce vapurla gelmiş biri. Birçok konuda bilgisi var. Angela Vicario Bayardo'nun evlenmek istediği kız. Bakire olmadığı anlaşılınca Bayardo onu terk ediyor fakat cinayetten on altı yıl sonra tekrar birleşiyorlar. Poncio VicarioAngela'nın babası. Purísima del Carmen Pura Vicario Angela'nın annesi. Vicario ailesinde Bayardo'nun geçmişiyle ilgili soruları olan tek insan. Alberta Simonds Bayardo'nun annesi. General Petronio San Román Bayardo'nun babası. Ünlü bir general. Dul Xius Merhum eşinin dekore ettiği evi satmayı istemiyor. Fakat verilen teklifin cazibesi karşısında evi Bayardo'ya satıyor. Yolanda de Xius Xius'un merhum eşi. Doktor Dionisio Iguarán Kasabanın doktoru. Luis Enrique Yazarın erkek kardeşi. Profesyonel gibi gitar çalabiliyor. Yazarın rahibe kız kardeşi Adı kitap boyunca kullanılmıyor. Mercedes Barcha Yazarın gelecekteki karısı. María Alejandrina Cervantes Zamanında Santiaga Nasar'ın delice aşık olduğu bir hayat kadını. Faustino Santos Vicario ikizlerinin sözlerinin sarhoş palavrası olmadığına inanan tek kasap. Leandro Pornoy Cinayetten haberdar olan bir polis memuru. Pazartesi sabahı Vicario kardeşlerle konuşuyor. Don Rogelio de la Flor Clotilde'nin kocası. Geceleri meyhaneyi o işletiyor. Kurmay Albay Don Lázaro Aponte Belediye başkanı. Eski bir subay. Otopsiden sonra vejetaryen oluyor. Hortensia Baute İkiz kardeşler evinin önünden geçtiğinde cinayetin çoktan işlendiği sanıyor. Prudencia Contes Pablo Vicario'nun nişanlısı. Cinayetin işlenmesi gerektiğini düşünüyor. Peder Carmen Amador Otopsiyi o yapmak zorunda kalıyor. Flora Miguel Santiago'nun nişanlısı. Daha sonradan bir teğmenle kaçıyor. Sorgu yargıcı Adı bilinmiyor fakat soruşturma raporunda kenarları yazdığı notlardan edebiyata düşkün biri olduğu anlaşılabiliyor. Cinayetin işlenmesinden kısa bir süre önce Hukuk Fakültesini bitirmiş. Polo Carillo Elektrik santralinin sahibi. Santiago'yu sevmiyor. Fausta López Polo'nun karısı. O da Santiago'yu sevmiyor. Indalecio Parto Santiago'nun arkadaşı. Sorunun geçtiğini düşünüp onu uyarmayanlardan. Yamil Shaium İbrahim Nasar'la beraber gelen son Araplardan. Nasarların aile dostu. Poncho Lanao Nasarların bitişik komşusu. Argénida Lanao Poncho'nun PAZARTESİ –KİTAP ELEŞTİRİSİ Öncelikle bu kitabın çok etkileyici olduğuna değinmek istiyorum. Yazıma bununla başlamamın nedeni de kitabı bitireli iki gün olmasına karşın aklımdan çıkmaması. Masanın üzerinde kitabı her gördüğümde tüylerim diken diken oluyor. Bu kadar etkileyici olmasının sebebini anlatmadan önce kitap hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Kırmızı Pazartesi Gabriel García Marquez tarafından 1981’de yayınlanmış bir cinayet romanı. Kurban Santiago Nasar, cinayetten bir gün önce evlenen Angela Vicario’nun bekâretini kaybetmesine sebep olmakla suçlanır. Angela’nın ikiz ağabeyleri kız kardeşlerinin namusunu temizlemek için Santiago Nasar’ı öldürmeye karar verirler. Fakat ikizler bu cinayeti işlemeyi içten içe istememektedirler. Bu yüzden işleyecekleri cinayetin haberini, gördükleri herkese duyurmaya çalışırlar. Nitekim cinayetten bir kişi dışında tüm kasabanın haberi olur. Kasabada cinayetten habersiz tek kişi Santiago’dur. Bazı insanlar o zamana kadar haberdar olduğunu düşündüğü için, bazıları da Vicario’ların anlattıkların sarhoş palavrası olduğuna inandığı için onu gördüklerinde konuyu açıp cinayetten bahsetmemiştir. En sonunda Santiago’nun da haberi olur elbette ama iş işten geçmiştir. Kendi evinin kapıları üzerine kapanır, Santiago Nasar bir dizi talihsiz tesadüfün sonucunda orada can verir. Cinayet ve arkasından yapılan otopsi yıllarca konuşulur, birçok insanın hayatını değiştirir. Angela Vicario’nun bekâretini gerçekten onun yüzünden kaybedip kaybetmediği bir muammadır. Angela’nın bu olay hakkında hiçbir ayrıntı vermeyip sadece olayın kendisinden bahsetmesi, Santiago Nasar’la daha önce yan yana bile görülmemesi ve en ufak bir ipucu bile bulunamaması insanların Santiago’nun bir hiç uğruna öldürüldüğünü düşünmelerine sebep olmuştur. Olayın aslıyla ilgili yapılan en yaygın dedikodu, Angela’nın gerçekten sevdiği birini korumak için Santiago’nun adını söylediğidir. Fakat gerçekten ne olduğu asla öğrenilememiştir. Angela’nın ısrarlı bir şekilde Santiago’nun ismini tekrarlaması, halka ona inanmaktan başka bir seçenek bırakmamıştır. Romanla ilgili en çarpıcı ayrıntılardan biri, romanın sonuna kadar kimsenin Santiago’yu uyarmamış olmasıdır şüphesiz. Herkes cinayetten haberdardır fakat hepsinin kendince bir sebebi vardır Santiago’ya bundan bahsetmemek için. Hiçbiri kaçınılmazı değiştirmek için uğraşmaz, kılını kıpırdatmaz. Başka bir çarpıcı ayrıntı da cinayetin tamamen bir isme bağlı olarak işlenmesidir. Suçunun bilincinde olduğu ve ona göre tedbir aldığı ihtimali göz önünde bulundurulur hep. Gerçek suçlunun o olmayabileceği ancak cinayetten çok sonra fark edilir. Tıpkı sorgu yargıcının dosyanın kenarına yazdığı “Bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım.” sözündeki gibi cinayet, bir delil üzerine değil tamamıyla bir varsayım üzerine gerçekleştirilmiştir. Dikkat çeken ayrıntılardan biri de roman boyunca cinayetin gerçekleşmesine sebep olan tesadüflerdir. Piskoposun gelmesi, bu nedenle Santiago’nun yanına 357 Magnum silahını almaması ve güzel giyindiği için ön kapıdan çıkması; Santiago’yu detaylı bir şekilde uyaran ve evin kapısının altından atılan kâğıdın cinayetten çok sonrasına kadar görülmemesi; cinayetin gerçekleşmesine sebep olan tesadüflerden sadece birkaç tanesidir. Kitabın etkileyici olmasında bu çarpıcı noktaların etkisi var tabi ki fakat yazar cinayeti bu kadar güzel bir şekilde anlatmasaydı, beni bu kadar etkileyeceğini sanmıyorum. Kitabın ilk satırlarından itibaren öldürülecek kişi biliniyor, ilk bölümden sonra cinayetin yerini ve zamanını, hatta cinayete sebep olan bazı tesadüfler bile öğreniliyor. Kısaca özetlemek gerekirse kitabın son bölümüne varmadan cinayetle ilgili tüm 5N 1K sorularının yanıtlarından haberdar olunuyor. Fakat yazar bu soruları öyle bir biçimde cevaplıyor ki son sayfaya gelene kadar ya onları birleştiremiyorsunuz ya da cevapların farkına bile varmıyorsunuz. Aynı anda ikisinin de başıma geldiği bir örnek vermek istiyorum Kitabın bir bölümünde köpekler, Santiago mutfakta can çekişirken bağırsaklarını yemek için mutfağa girmeye çalışıyorlardı. Santiago’nun mutfakta can çekişmesine bir anlam verememiştim çünkü meydanda öldürüldüğünü biliyordum. Bağırsaklarını yemek istemelerinin bir ipucu olduğunu ise hiç fark etmemiştim. Hayvanların ölü bedenlerde bağırsakları yemeyi sevdiği gibi fazladan araştırma gerektiren bir bilgi olduğunu sanmıştım. Son sayfalarda Vicario kardeşlerin onu nasıl öldürdüğünü okuduğum anda kendimi aptal hissettiğimi inkâr etmeyeceğim. Yazarın açık açık her şeyi yazdığını, benim bunu birleştiremediğimi fark ettiğim andı. Son satırda “ Mutfağın içine yüzükoyun yığılıp kalmıştı.” cümlesini okuduğum anda hayatımda daha önce hiç hissetmediğim kadar çarpılmış hissettim kendimi. Cinayetin vahşeti ve sonunun bu kadar açık olması ama bunu görememem beni oldukça sarstı. Sonuç olarak bu kitabı okumanızı kesinlikle tavsiye ederim. Cinayet romanlarını çok severim ve daha önce birçok cinayet romanı okudum. Cinayet romanların da bir gizem olur ve okuyucu tüm kitap boyunca bu gizemin ne olduğunu çözmeye çalışır. Katilin kim olduğunu, cinayetin nedenlerini vs. öğrendiğim için sadece okuyup bir ders çıkarmam gereken bir kitap sanmıştım Kırmızı Pazartesi’yi. Oysa Kırmızı Pazartesi de daha önce hiç görmediğim bir gizem türü vardı Cinayetin işlenişi. Eğer bu kitabı okuyacaksanız cinayetin işlenişiyle ilgili tüm ipuçlarını bir kâğıda not etmenizi tavsiye ederim. Çünkü kitabın son bölümüne geldiğinizde cinayeti bildiğinizi sandığınız halde tam olarak kafanızda canlandıramadığınız fark ediyorsunuz.
Kitabın Adı Küçük Ağa Kitabın Yazarı Tarık Buğra KİTABIN KONUSU Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı Devleti eski gücünü, heybetini kaybetmeye başlamış, isyanlar ve işgallerle zayıf duruma düşmüştür. Kitapta, bir Anadolu kasabası olan Akşehir'den yola çıkılarak ,kurtuluş mücadelesinin bir bölümü anlatılmaktadır. Olaylar Akşehir’in bir kasabasında başla ve gelişir. KİTABIN ÖZETİ Dünya Savaşı resmen sona ermiş olmakla birlikte, Osmanlı Devleti üzerinde yarattığı etkiler tüm gücüyle devam emektedir. Savaş sonrası bir çok asker memleketlerine geri dönmüştür. Zayiatın büyüklüğü evlerine dönen erlerin çoğunun gazi oluşuyla daha da iyi anlaşılmıştır. Bu erlerden biri de Salih adlı Akşehirli bir askerdir. Memleketine döndüğünde kaybettiği kolunun acısıyla beraber , ülkenin durumunu daha acı bir şekilde anlayan Salih gittiğinden beri çok şeyin değiştiğini görür. Önceleri dost olarak yaşayan Rumlar ve kendi halkı şimdi birbirinden soğumuştur. Salih’in samimi arkadaşı olan Niko da bir Rum dur ve gelişmelerden o da etkilenmiştir. Yavaş yavaş Yunan ve İngiliz ordularının işgal haberleri gelmekte ve iki halkın birbirine olan düşmanlığı artmaktadır. Salih ise yüzyıllardır Osmanlı himayesinde rahatça yaşayan Rumların bu davranışını bir ihanet olarak görmekle beraber arkadaşı Niko’dan kopamamaktadır. Rumlarla olan dostluğu kasabalı tarafından fark edilir ve kasabalı Salih’i dışlar. Salih artık sürekli Niko ve O’nun çevresiyle dolaşır olmuştur. Artık Osmanlı ve Padişaha olan güvenci de sarsılmıştır. Kaybettiği kolunun hayatına tesiri büyük olmuştur. Kimsenin O’na hak ettiği saygıyı göstermediğine inanan Salih kendini namazdan niyazdan çekmiştir. Öte yandan halk işgallere tepkisiz kalmama kararı almıştır fakat bunun kimin önderliğinde yapılacağı karmaşası vardır. Salih günler geçtikçe kendi kasabalısının tepkisini kazanmış ve artık istenilmeyen biri olmuştur. Bu sırada kasabaya İstanbullu Hoca adında bir hoca gönderilir. İstanbul’dan gönderiliş amacı kasabada padişaha ve Osmanlı’ya bağlılığı teşvik edici düşünceyi sağlamaktır. Hoca gerçekten de çok etkili bir insandır ve halkın büyük beğenisini ve takdirini kazanır. Vaazlarda cemaate Osmanlı padişah ve din lehinde düşüncelerini aktarmaktadır. Bu sırada memlekette Hoca’nın düşüncesine tam ters olmamakla birlikte , kurtuluş ümidi olabilecek bir örgüt kurulmaktadır. Kuvayı Milliye adı verilen bu örgüt Anadolu’da işgalleri önlemek ve İstanbul ve padişah yönetiminin boyunduruğundan kurtulmak için kurulmuştur. Fakat Kuvayı Milliye’nin işi çok işgallere karşı veya işgallerden yana bir çok örgüt vardır. Kuvayı Milliye önce bu örgütleri kendi tarafına çekmeli veya bertaraf vaazları da Kuvayı Milliye ilkelerine ters düşmektedir. Hoca her fırsatta padişaha bağlılıktan bahsetmektedir, Kuvayı Milliye ise padişahtan kurtulmak ,yeni bir yönetim kurmak amacını gütmektedir. İşte bütün bu ihtilaflar dolayısıyla Kuvayı Milliye yandaşları ve Hoca arasında bir elektriklenme ve zıtlaşma meydana ise halka kendini çok sevdirmiştir çünkü her yönüyle iyi ve doğru bir insandır. Fakat Hoca da kendi içinde bir yandan yaptığı işin gerçekten doğru olup olmadığının sorgulamasını , padişaha olan güvencinin doğruluğunun şüphesini yoklamaktadır. Kuvvacılarla Hoca arasındaki çatışma zamanla iyice açık şeklini alır ve vaazlarda karşıt fikirler açıklanır. Olaylar gelişirken Salih ise unutulmuşluk ve terkedilmişlikten bir kaçış olarak Kuvayı Milliye’ye katılmaya verir. O’nu bu kararı vermeye zorlayan başka bir şey ise yakın arkadaşı Niko’nun da sonunda Osmanlıya karşı savaşta yer almasıdır. Salih bu ihanetin öcünün peşinden koşacak ve kurtuluş mücadelesinde büyük rol bir türlü hizaya gelmeyen Hoca hakkında ölüm emri çıkartır. Hoca evliliği ve çocuğu ve en önemlisi de halkın zorlamasıyla Akşehir’den kaçar ve çete reislerine sığınır. Kuvva ile arasında yaşanan kovalamacadan sağ kurtulur ve kendi başına yanına adam da alarak bir kasabaya sığınır. Kuvva ise Hocayı kaçırdığı için üzgündür ve Salih’i O’nu bulmakla görevlendirir. Hoca ise şimdi hangi tarafta yer almak gerektiğinin hesabını yapmaktadır. Kuvayı Milliye ise her geçen gün başarı kazanmakta ve güçlenmektedir. Salih Hoca’yı bulur ve O’nu padişah hizmetinden vazgeçerek Kuvva yararına çalışmaya ikna eder. Beraberce Çerkez Ethem’in kardeşi Tevfik Bey’in çetesine katılırlar. Çerkez Ethem ve kardeşleri milli mücadelede en büyük rollerden birini üstlenmiş ve gerek düşman işgallerine gerekse ayaklanmalara karşı başarılar sağlamışlardır. Fakat şimdi düzenli ordu ve İsmet Paşa’nın emri altına girmek söz konusu olunca Çerkez Ethem ve kardeşleri zıt bir tavır takınarak Kuvva’ya ve Ankara’ya karşı isyan bayrağı açmıştır. Hoca ise bu yolun yanlış olduğuna inanır ve onları bu yoldan döndürmek için planlar kurar. Hoca’nın amacı Çerkez Ethem ve kardeşlerini Kuvva’ya karşı cephe almaktan vazgeçirmek olmasa bile olası bir isyan halinde güçlerini zayıflatmaktır. Bu sırada Hoca Salih’ i haber edinmek için Akşehir’e yollar. Akşehir’de ise Hoca öldü bilinmektedir. Oysa Hoca hayattadır ve yeni kimliği “Küçük Ağa” ile kuvva yararına çalışmaktadır. Hoca’nın Kuvva yararına çalıştığı haberi Salih tarafından Akşehir’de sadece Kuvvacı olan birkaç kişiye duyrulur ve memnuniyet yaratır. Başta Kuvayı Milliye hareketine büyük hizmet vermiş Doktor olmak üzere Kuvvacılar Hoca’nın kendi saflarına katılışından büyük haz duyarlar. Hoca Ethem’in İsmet Paşa hizmetine girmemek için yapacağı en büyük saldırı olan Kütahya saldırısında O’na bir oyun oynayarak başarısızlığını sağlar ve Kuvayı Milliye’ye en büyük hizmetini vermiş olur. Ethem ise Yunanlılara sığınacaktır. Hoca ise bütün bu ihtiras ve gücü elinde bulundurma tutkusuna kapılan insanlardan nefret etmektedir. Artık savaş alanından başka bir cephede de mücadele verilmektedir, şimdi iktidar çekişmeleri büyük tehdit oluşturmaktadır. Hoca bunu acıyla farkeder. Ankara ise Hoca’nın başarılarından haberdardır ve kendisini Ankara’ya davet eder. Daveti kabul eden Hoca Ankara’nın durumunu yakından görür ve cephede savaşmanın , bu iktidar kavgasında yanlış düşünenlere ve hainlere verilecek savaştan daha kolay olduğunu düşünür. Fevzi Paşa Hoca’ya yakınlık gösterir. Hoca bütün bu kişiliklerin önemini daha iyi anlamaktadır. Memleket zafere doğru gitmektedir ve bu noktada Ankara ve Melis’e büyük iş düşmektedir. Bu sırada Küçük Ağa yani İstanbullu Hoca Ankara'da kendisini Akşehir'den tanıyan ve bir zamanlar zıt fikirleri yüzünden tartıştığı Kuvvacı Doktor ile buluşur. Doktor böyle saygıdeğer birinin kendi saflarına katılışından duyduğu mutluluğu Hoca’ya söyler ve asıl kimliğini bilenin sadece kendisi olduğunu , kendisi dışındakilerin O’nu Küçük Ağa diye tanıdıklarını anlatır. Hoca ise artık özlediği eşi ve çocuğunun özlemiyle yanmaktadır. Küçük Ağa Fevzi Paşa ile birlikte Akşehir’e gelir ve burada da tanınmadığını ve Küçük Ağa olarak bilindiğini ve Çocuğu hakkında bilgi alır ve çocuğunu bulur fakat eşinin durumu geldiğini haber eder fakat kadın ölmek üzeredir ve oğlunu Hoca’ya emanet ettiğini söylemekle kalır ve günler sonra da ölür. Hoca daha sonra Ankara’ya döner ve mücadeleye devam eder. KİTABIN ANA FİKRİ Vatan ve millet sevgisi , bağımsızlık duygusu. Kurtuluş savaşının küçük bir kasaba' dan görünüşü. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ Küçük Ağa İstanbullu Hoca Kurtuluş mücadelesine büyük hizmetler vermiş binlerce kişiden biri. Salih Birinci Dünya Savaşında sağ kolunu kaybetmiş ve hayatının anlamını Kurtuluş Mücadelesi ile tekrar kazanan biri. Çerkez Ethem Başlarda vatan ve millet için yeri tutulmaz hizmetler vermiş , cephede büyük başarılar göstermiş, fakat düzenli orduya geçme kararı alındığında tamamen zıt fikirleri benimsemiş ve zararlı olmuş bir çete reisi. Doktor Haydar Bey Dünya Savaşında Yüzbaşı rütbesiyle görev yapmış ve milli mücadele yıllarında Kuvayı Milliye’ye büyük hizmetler vermiş bir asker. Ali Emmi Kurtuluşu Kuvayı Milliye’de gören ve çok büyük fedakarlıklarda bulunan yaşlı bir vatandaş. YAZARIN HAYATI Tarık Buğra 2 Eylül 1918 tarihinde Akşehir'de doğdu. İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. İstanbul Lisesi'nin yatılı kısmında okurken bu lisenin yatılı kısmının kapatılması üzerine kaydını Konya Lisesi'ne aldırdı ve liseyi burada bitirdi. 1936. Lise yıllarında Tarık Nazım müstear ismiyle hikaye ve şiirler yazmaya başlayan Tarık Buğra, İstanbul Üniversitesi Tıp ve Hukuk fakültelerinde bir süre okuduktan sonra kaydolduğu Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünün son sınıfında ayrıldı. Askerlik hizmetinden sonra Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavini olarak işe başladı. Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada Oğlumuz adlı öyküsüyle bin liralık büyük ödüle layık görüldüğü ilan edildi. 1948. Ancak, Tarık Buğra'ya bu para yerine altın bir kalem ödül olarak verildi. Aynı yarışmada Doğan Nadi'nin bölük komutanı birinci ilan edildi ve bu zatın hikayeci olarak adına ikinci bir kez daha rastlanılamadı. Yine de bu ödül neticesinde aldığı yoğun iş teklifleriyle basın hayatına atılma konusunda cesareti artan Tarık Buğra, Akşehir'e dönerek Nasrettin Hoca Gazetesi'ni çıkardı 26 Temmuz 1949-28 Haziran 1952. Milliyet gazetesi, Vatan, Yeni İstanbul gazetesi 1952- 1956, Yol Dergisi 1968 ve Tercüman gazetesinde 1970-1976 sanat sayfaları düzenledi, fıkralar yazdı, yazı işleri müdürlüğü yaptı. Hisar dergisi ve Türkiye gazetesinde de yazan Tarık Buğra, 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul'da öldü. BAŞLICA YAPITLARI Bu Çağın Adı, Dönemeçte, Osmancık, Gençliğim Eyvah, Küçük Ağa, İbiş'in Dünyası, Firavun İmanı, Yarın Diye Bir şey Yoktur, Siyah Kehribar, Politika Dışı, Yağmur Beklerken, Yalnızlar Küçük Ağa Tarık Buğra Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız... Küçük Ağa Tarık Buğra Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili, Kişiler Oleh
Camal Kaşıkçı ile Suudi aktivist Ömer Abdülaziz arasında geçen WhatsApp konuşmalarında geçen Cemal Kaşıkçı’nın Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ı benzettiği Pac-Man karakterinden sonra Pac-Man nedir, nasıl bir oyun, nasıl bir karakter? Soruları araştırılmaya başladı. Amerikan yayın kuruluşu CNN International, Cemal Kaşıkçı'nın Kanada'nın Montreal kentinde yaşayan Suudi aktivist Ömer Abdülaziz'e WhatsApp'tan gönderdiği mesajlarda, Suudi Arabistan'ı ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ı MBS sertçe eleştirdiği ve gazetecinin öldürülmesi için bu mesajlaşmaların da bir faktör olabileceğini ortaya çıkardı. Abdülaziz ile Kaşıkçı arasında mayıs ayında geçen bir konuşmada, bir grup Suudi aktivistin kendi ülkesinde tutuklanmasının ardından Kaşıkçı'nın, Veliaht Prens hakkında, "Ne kadar çok kurbanını yerse, daha fazlasını isteyen bir canavar 'Pac-Man' gibi. Bu zulüm, kendine destek veren kişilere dahi ulaşırsa şaşırmam." yazdığı görülüyor. Bunun üzerine Pac-Man oyunu merak edilmeye başladı. Mideye indirmedik şey bırakmayan kült oyun Pac-Man hepimizi bir dönem ekranlara saatlerce kilitlemişti. Sadece yüzden ibaret olan ve kaçan kovalanır mantığı ile hareket ederek önüne geleni yiyen Pac-Man hakkında detaylar.. Pac-Man nedir? Pac-Man Namco tarafından yapılmış bir oyundur. 1980 yılında çıkmış ve kısa sürede popüler bir oyun olmuştur. Pac-Man'de oyuncu, bir labirent içerisinde hareket ederek sarı diskleri bitirmeye çalışır. Hedefi hayalet ve canavarlardan kaçarak tüm küçük diskleri toplamak olan oyuncu, tüm diskleri topladığında diğer aşamaya geçer. Labirent üzerinde beliren meyveleri toplamak oyuncuya fazladan puan kazandırır. Büyük sarı diskleri aldığında, canavar ve hayaletler maviye dönüşür ve bir süreliğine yenilebilir duruma gelirler. Oyunun Atari 2600 kartuşları Türkiye'de Dobişko adıyla piyasa sürülmüştür. Oyun Japonya'da Puck-Man olarak yayımlanmış olsa da; bazı vandalların "P" harfini "F" ile değiştirerek küfür oluşturması nedeniyle oyun Amerika'da Pac-Man olarak yayımlandı. Google 21 Mayıs 2010'da bir jest yaparak logosunda Pac-Man oynatmıştır. Pac-Manin bilinmeyen bir yanı oyunda bulunan dört hayaletin ghost oldukça stratejik düşmanlar olmasıdır. Iwatan bu dört hayaletin aslında plan yapıp Pac-Man’i tuzağa düşürmek için uğraştığını açıkladı. Bu dört düşmandan birisi Pac-Man’i sıkıştırırken diğeri ise kendini yem edip onu tuzağa çekmeye çalışıyor. Oyuncu tuzağa düşerse de 4 hayaletin saldırısına uğruyor. Pac-Man karakterler ve özellikleri; Kırmızı Hayalet Blinky, pembe Hayalet Pinky, mavi Hayalet Inky, turuncu Hayalet Clyde. Görevleri farklıdır. Kırmızı sizi takip eder. Pembe tuzak kurar. Mavi kafasına göre takılır. Turuncu ise aptaldır, en kolay onu alt edersiniz. Ayrıca bu hayaletler Türkçe'ye çevrilmiştir. Gölge Kırmızı Hızlı Pembe Utangaç Mavi Mahkum Turuncu Pac-Man ismi nereden geliyor? Artık bir efsane olmuş olan Pac-Man ismi aslında nereden geliyor? Yapımcı bu konuda da bir itirafta bulundu. Karakterin adı yine kızların ilgisini çekmek için seçilmiş. Kadınların meyve yemeyi sevdiğini fark eden Toru Iwatani bu unsurları oyuna eklemiş. Faydalı şeyler atıştıran bir adamın kızların dikkatini çekeceğini düşünen Iwatani Japonca atıştıran anlamına gelen puck kelimesinden oyunun adını türetmiş. Pac-Man’i nereden oynarım? Hala ısrarla kapanmamış olan atari salonlarından oynayabilirsiniz, en doğrusunu buradan bulursunuz.
Bu hafta Güney Amerika Edebiyatından devam ediyorum okurluk hayatıma. Benzerlikler ve farklılıklar bir yana dursun oldukça sıradanmış gibi görünen konulara getirilen olağanüstü yorumlarla birlikte kendi yaşamımı sorgulama şansı buluyorum. ÖNYARGININ HÜKMÜ “Bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım.” satırıyla Gabriel García Márquez’in bu Nobel Ödüllü güzel romanını yüzeysel olarak da olsa anlatmamız mümkün. Zaten romanın orijinal adı Cronica de una muerte anunciada’ yani öncesinde işleneceği duyurulmuş bir cinayetin öyküsü. Romanda, gerçekten de işleneceğini önceden hikayenin geçtiği kasabadaki herkesin bildiği ancak gerçekleşmemesi için hiçbir müdahalede bulunmadığı bir cinayetin öyküsünden ziyade işlenişi’ anlatılıyor. Romanın başkahramanı olan 21 yaşındaki genç, Arap asıllı Santiago Nasar, roman bittiğinde dahi işlemiş olup olmadığından emin olamadığımız bir namus suçu yüzünden vahşice herkesin gözü önünde katlediliyor. Daha romana başlarken Nasar’ın öldürüleceği açıkça ifade edildiği için sıradan cinayet romanlarından ayrılan bir romanla karşı karşıya kalıyoruz. Nitekim sıradan cinayet romanlarında ne katil önceden bellidir ne de cinayete kurban giden kişi. Genellikle ipuçları okurla sayfalarca buluşur ve sonunda tüm sırlar çözülerek hikaye sonuca bağlanır. Ancak bu romanda daha önce de belirttiğim gibi hem kurban hem de cinayetin sebebi, herkes tarafından bilindiği daha romanın başında belirtiliyor. Çünkü yazarın asıl amacı romanın bütününde cinayete tanık olan ve bunun yaşanmasına izin veren farklı insan tiplerinin tepkilerini öne çıkararak toplumun namus cinayetlerine olan yargısını anlatmak. Dolayısıyla romanı okudukça insanlık ve özgürlük kavramlarını aynı ölçüde sorgularken geçmişten günümüze değin gelmiş olan kalıplaşmış toplumsal baskıların nelere yol açabileceğini ve tüm bunlar olurken hiçbir şey yapmayarak her birimizin aslında bu suça ortak olduğuna dikkat çekmek istiyor ve bunu öylesine yalın ama bir o kadar da farklı karakterler üzerinden yapıyor ki, siz okuyucu olarak yine objektif olarak bakıyorsunuz olaya. Eleştiriyorsunuz, yargılıyorsunuz, sinirleniyorsunuz ancak bir an olsun o toplumun bir parçası olarak görmüyorsunuz kendinizi. TOPLUMSAL BASKININ GÜCÜ VE SONUÇLARI Kitabın en fazla dikkat çeken özelliği çok fazla karakter barındırması ve inanılmaz derecede yoğun betimlemeler içermesi. Böylelikle bahsi geçen cinayetin işlenişinin öyküsü çok çeşitli karakterler üzerinden tüm topluma ayna tutmuş ve geçmişten süregelen sabit fikirlerin, töre anlayışının bir irdelemesi yapılmıştır. ** “Kasaba halkının çok büyük bir çoğunluğu için ortada tek bir kurban vardı, o da Bayardo San Román’dı. Trajedinin öteki kahramanlarının hayatın kendilerine uygun rolleri ağırbaşlılıkla, biraz da soylulukla oynadıkları kanısındaydılar. Santiago Nasar, yaptığı kötülüğün kefaretini ödemiş, Vicario kardeşler erkekliklerini kanıtlamışlardı, aldatılan kız kardeş de namusunu yeniden kazanmıştı. Her şeyini kaybeden tek kişi Bayardo San Román olmuştu.” ** Evet, toplumun önyargılarının vahşice vücut bulduğu bu romanda asıl kurban benim okuyucu olarak masum olduğunu düşündüğüm kasabanın genç ve yakışıklı ancak bir o kadar da kibirli delikanlısı Santiago Nasar’dır. Çok fazla insanlarla muhatap olmayan, babalarının anlaşmasıyla nişanlısı ile evlenmeyi bekleyen bir bireydir. Cinayete yine dolaylı da olsa sebep olan Bayardo San Román ise Ángela Vicario adlı genç ve güzel kızın yeni evlendiği ancak kızın bekaretini evlenmeden çok daha önce kaybetmiş olduğunu öğrenince onu elleriyle ailesinin evine geri götüren kasabaya yeni gelmiş, düzgün giyimli ve varlıklı gençtir. Belki de hikayede cinayeti önceden bilmediği halde cinayete dolaylı olarak da olsa sebep olmuş tek kişidir kendisi. Ne de olsa böyle bir durumda asıl tepki vermesi gereken tek kişi kendisidir… Ángela Vicario ise Santiago Nasar’la yaşadığı kasabayı paylaşmaktan başka hiçbir ilişkisi olmayan, buna rağmen ailesinin bekaretini kaybetmesine sebep olan kişiyi sorgulamalarında amaçsızca ve düşünmeden onun adını veren genç kızdır. Belki kendisinin gerçekten kocasına aşık olması belki de Santiago Nasar’ın ne olursa olsun şüphe götürmeyecek bir kişiliğe sahip olması Ángela’yı böyle bir hata yapmaya sürüklemiş ve ikiz ağabeyleri Pedro ile Pablo’nun hiç istemedikleri ama toplum baskısı nedeniyle yapmaya mecbur kaldıkları bir namus cinayetiyle ve Santiago Nasar’ın ölümüyle sonuçlanmıştır. BİZ MİYİZ GERÇEKTE KENDİMİZİ YÖNETEN YOKSA YAŞADIĞIMIZ TOPLUM MU BİZİM YAŞAMIMIZI ŞEKİLLENDİREN? Romanı varsaymaksızın bile bu sorunun cevabı oldukça açık Özellikle gelişmekte olan ülkeler ve kendi beynini kullanmayı değil de toplumun zaman içinde maruz kaldığı birçok baskıyı, yaptırımı sorgulamadan ve düşünmeden kabullenerek adımlarını ona göre atan insanların oluşturduğu cahil toplumlar tarihi tekerrür ettirmeye mahkumdurlar. Yıllar boyu yapılan yanlışları irdelemeden, ölçüp tartmadan yineleyen; sonuçları ne olursa olsun katlanan ve boyun eğen insanlar…Kendilerine yazık eden, kendilerinden sonra gelecek kuşaklara daha da geriye giden bir toplum bırakarak onlara daha da yazık eden insanlar… Bu mentalite toplumlarda hüküm sürdüğü müddetçe hiçbir koşulda ileriye adım atmak mümkün olmayacaktır. Bu romanda töre veya namus cinayeti olarak karşımıza çıkan sorgulamadan boyun eğme durumu başka bir hikayede bambaşka bir olay olarak hayat bulacaktır. Tüm bunların ana nedeni eğitimsizlik ve bunun doğurduğu önyargılardır aslında. Bu sebeptendir ki yazarın da anlatmaya çalıştığı müdahale etmeyerek ve seyirci kalarak cinayete ortak olunduğu, toplumun acı bir gerçeğini gözler önüne sermekte ve bize bir insanlık dersi vermektedir. Belki Santiago Nasar bile öleceğini önceden bilse toplum baskısı yüzünden hiçbir şey yapmayacak ve teslim olacaktı, kim bilir… ** “İçinde yaşadığı dünyanın erdem taslama merakını çok iyi biliyordu, …” ** MÁRQUEZ KENDİ NOBEL’İNİ BU ROMANA GÖNDERİYOR Hepimizin bildiği gibi yazılan her roman yazarı için büyük önem taşır ve kendileri için yazdıkları son roman hep en güzeli olmuştur. Kolombiyalı ünlü yazar Márquez de 1981 yılında yayınlanan bu yedinci romanı Kırmızı Pazartesi’ için bu genellemeyi onaylar nitelikte bir yorumda bulunmuştur “Her yazar, yazdığı en son romanın en iyi romanı olduğunu sanır. Benim bu romanım için böyle düşünmemin nedeni, yapmak istediğimi tam olarak gerçekleştirebilmiş olmamdır. Romanlar, yazılırken yazarlarının elinden kaçıp kurtulmak isterler. Romanın kişileri, kendi öz yaşamlarına dönerler, en sonunda da canlarının istediğini yaparlar. Ben hiçbir romanımda bu romanımdaki kadar ipleri elimde tutamadım. Belki bunu konu ve hacim nedeniyle başarmışımdır. Konusu çok sert olan ve hemen hemen polisiye bir roman gibi işlenen bir roman bu. Üstelik oldukça da kısa. Sonuçtan hoşnuttum. Bundan önce de en iyi romanım Yüzyıllık Yalnızlık’ değil de Albaya MektupYok’ adlı eserim idi. Ben öyle sanıyordum; ve bunu da sık sık söyledim. Şimdi de en iyi romanımın Kırmızı Pazartesi’ olduğunu sanıyorum.” Çocukluğunda etkilendiği olayları araştırıp tüm bunları sanatsal bir dille hem edebiyat dünyasına hem de dünya okurlarına kazandıran Gabriel García Márquez, gerçek bir olaydan esinlenerek yazdığı bu romanında kendi bakış açısından yeterli ölçüde sıyrılarak objektif olarak yaşanılan durumu yansıtmış ve seçtiği tasvirlerle toplumun portresini günümüzde kendi ülkemizde de sıkça rastladığımız bir olay üzerinden usta bir biçimde çizmiştir. Edebiyat yaşamında büyülü gerçekçilik tekniğini yoğun bir biçimde kullanmasına karşın bu romanda bunu oldukça kararında görmekteyiz. Ancak, özellikle karakter çeşitliliğiyle Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülmüş bu romanı kendi bakış açımızı, insanlığımızı ve iç dünyamızı sorgulamamız için ve de sıradanmış gibi gözüken bu toplumca yadsınmaması gereken cinayet olayının nasıl harika bir dille anlatılacağına tanık olmak amacıyla okunmasını herkese tavsiye ederim; özellikle de bizim gibi gelişmeye çalışan toplumlara.
KOLEKTİF Kırmızı Pazartesi KS9789750721571 Son 1 ürünBasım DiliTürkçeYazarGabriel Garcia MarquezRoman TürüKlasiklerCilt BilgisiCiltsizBu ürün BİRLEŞİK KİTABEVİ tarafından büyük yazar Gabriel García Márquez'in 1981'de yayımlanan yedinci romanı Kırmızı Pazartesi, işleneceğini herkesin bildiği, engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı bir namus cinayetinin öyküsü. Hem Kolombiya'da, hem de yayımlandığı dünyanın dört bir yanındaki pek çok ülkede sarsıcı etkileri olmuş bir roman. Usta yazar, çocukluğunu geçirdiği kasabada yıllar önce yaşanmış bir cinayet olayını aktarıyor. Romanın kahramanı Santiago Nasar'ın öldürüleceği daha ilk satırlardan belli. Kırmızı Pazartesi, yalnızca bir cinayetin arka planını değil, bir halkın ortak davranış biçimlerinin potresini de çiziyor. Böylece, sonuna dek ilgiyle okuyacağınız bu kısa ve ölümsüz roman, bir toplumsal ruhçözümü niteliği de kazanmış üründen en fazla 10 adet sipariş verilebilir. 10 adetin üzerindeki siparişleri Trendyol iptal etme hakkını saklı fiyatından satılmak üzere 5 adetten az stok olduğunuz ürünün satış fiyatını satıcı ürün indirim kampanyasına dahil ürün, birden fazla satıcı tarafından satılabilir. Birden fazla satıcı tarafından satışa sunulan ürünlerin satıcıları ürün için belirledikleri fiyata, satıcı puanlarına, teslimat statülerine, ürünlerdeki promosyonlara, kargonun bedava olup olmamasına ve ürünlerin hızlı teslimat ile teslim edilip edilememesine, ürünlerin stok ve kategorileri bilgilerine göre sıralanmaktadır.
kırmızı pazartesi karakterler ve özellikleri